Yıllardır bayramlarda yüzünüzü gören cennetlik. Adınız “Tatillerde yurt dışına kaçan”a çıktı. Daha da içinizde ukde kalan sayısız yer var. Öğle tatillerinde internetin tüm gezi bloglarını satır satır incelediniz; yapılacaklar listeniz şurayı da gez, burada da yüz, orada da video çek, şu müzeye de uğra maddeleriyle doldu taştı. Bu yıl 9 günlük blok tatil var mı diye takvimleri altüst ettiniz; yıllık izninizi çocuğunuzun sömestre tatiline bağlamak için ofiste günlerce en sempatik gülüşünüzle mekik diplomasisi yaptınız. Nerede ne yenir; hangi eser hangi müzede ezberlediniz. Valiz setleriniz, her duruma uygun giysileriniz bile hazır. Çılgınlar gibi çalışıp her şeyden kısarak hayaller kurup birikiminizi de yaptınız. E, ne de olsa tatil için çalışıyorsunuz. Ev halkına anketler yaptınız: Aşıklar kenti Paris’i görmemiş olmanın ayıbından mı kurtulsanız, Dublin caddelerinde vloglar mı çekseniz, sisli puslu yağışlı Londra sokaklarında kemik gözlüğünüz ve fularınızla sanat galerilerini mi gezseniz yoksa herkesin anlatıp anlatıp durduğu ve tek görmeyenin siz kaldığı Prag’dan fotoğraflar mı paylaşsanız? İşte bu yüzden size ünlü edebiyatçıların eserlerine konu olan dünya kentleri listesini hazırladık!
Prag’da Postmodern Bir Gezgin Olmak
Karar verip yollara düştüğünüzde eski Çekoslovakya’nın başkenti Prag’ı seçtiyseniz alışılmadık bir serüvene şimdiden hazırlanmalısınız. Orta Avrupa’nın tam kalbinde konumlanan Prag, gece yaşamıyla, enfes lezzetleriyle, komşuları Slovakya, Avusturya, Polonya ve Almanya’dan karma etkiler taşıyan büyülü dokusuyla sizi daha ilk adımda esir alıyor. Nazi işgalinde yıkıma uğramaması için halk tarafından Hitler’e teslim edilen Prag, bu sayede koruduğu mistik ve çarpıcı mimarisiyle konuklarını içine çekiyor. Kulelerinden kenti izleyip fotoğraflar çekerken, Orta Çağ mistisizmini iliklerinize dek hissederken ve Vltava Nehri üzerine kurulu Charles Köprüsü’nü seyrederken, Prag’ın gururu, dünya edebiyatının Praglı üstadı Kafka’nın Dava’sının dehlizlerinde dolaştığınızı, kentin sizi çepeçevre sararak kuşattığını duyumsuyorsunuz. Belki de Veleslavin’den Dejvika Bölgesi’ne nostaljik tramvaylarla ilerlerken, meşhur etli Prag çorbası Goulash’ı tadarken, dünyanın en çok bira tüketilen kentinde Bira Müzesi’ni gezerken ya da trdelnik tatlısını denerken çekeceğiniz vloglarla, üstad Kafka’nın eserlerini 21. yüzyıl postmodernizmine siz uyarlayabilir; kendi “dönüşüm”ünüzü yaşayabilirsiniz.
Londra Gezisiyle İki Şehrin Hikayesi’ni Yeniden Kurgulayabilirsiniz
Eğer tüm aile oyunu Londra’dan yana kullandıysa veya siz “Aylarca çalıştım; bir Londra tatilini hak ettim.” diyerek uçağa atladıysanız “Londra Köprüsü Yıkılıyordu” parçasını dinlerken Tower Bridge’i görüntüleyebilir, Tate Modern Müzesi’ni bedelsiz gezebilir, Shakespeare’s Globe’a uğrayıp Orta Çağ İngiliz Tiyatrosu’nun havasını soluyabilirsiniz. Londra’yı kat kat seyredebileceğiniz London Eye’da dönme dolap keyfi yaşarken vloglar çekebilir ve gitgide bağımlısı olacağınız Londra’yla eviniz arasındaki tüm gidiş gelişlerde Dickens’ın ikonik romanı İki Şehrin Hikayesi’nden esinlenmelerle kendi roman taslağınızı bile yazabilirsiniz.
Parizyenlerle Paris’i Yaşamak
Paris’e hiç gitmediyseniz dahi, mutlaka Eyfel’den Orsay Müzesi’ne, Seine Nehri’nden Louvre Müzesi’ne tüm Paris gezi klişelerini zaten sanal turla gezmişsinizdir. Aylarca çalışıp binbir ayarlamayla tatile çıktığınıza göre sıra dışı bir Paris deneyimi yaşamayı fazlasıyla hak ettiniz. Bunların yerine, Charles de Gaulle Havalimanı’na indikten sonra metroya atlayıp Lüksemburg Bahçeleri’nde parizyenlere Türkçe mini konser verebilir, konser izlenim videonuzu Youtube’da yayınlayarak TV5’e konuk olabilirsiniz. Parizyen snobizmine karşı İngilizce konuşmayı aklınızdan bile geçirmeyin; Türkçe konuşup tercüman isteyerek egzotik ve sıra dışı bir hava yakalamayı tercih edin.
Berges de Seine’e geçerek Türkiye’de çektiğiniz kısa filmleri bu alanda mini belgesel olarak yayınlayabilir ve Fransız Kültür Bakanlığı’ndan övgü alabilirsiniz. Belki de yöneticinizden tatile diye izin alıp Paris’e La Défense’da mülakat için gidiyorsunuzdur; ne de olsa sizin gibi tatil sever bir gezgin için Fransa’da senede 40 gün tatil olması işinizden istifa etmek için yeter de artar bile. Emile Zola’nın Germinal’inde tasvir ettiği işçi haklarının genişliği ve konformist parizyenlerle çalışmanın cazibesiyle Paris’e yerleşme fikri sizi büyüleyebilir ya da tam tersi Honoré de Balzac’ın “Paris’den Cava’ya Yolculuk” eserinde sayfalarca betimlediği gibi Paris’ten ilhamlarınızı ve bir dolu “alafranga” anıyı yanınıza alıp yepyeni destinasyonlar için de yeniden yollara düşebilirsiniz.
Dubliner Olmanın Dayanılmaz Çekiciliği
Belki diğer metropoller sizi hiç çekmedi içine de “aramızdaki İrlandalılar” esprisinde tarif edilen duyguyu merak edip tatil oyunuzu Dublin’den yana kullandınız. Dünyaca ünlü Dublin publarında “ilk shot” videoları çekmek, sanatla bezeli Dublin’de özgün çalışmalarınızı Dublinli eleştirmenlere sunmak, vikinglerden şehre miras kalan “siyah havuz” anlamını taşıyan Dubh Linn’i amatör kameranızla siyah-beyaz fotoğraflamak istediniz. Belki de meşhur siyah İrlanda biralarının imal edildiği Guiness Bira Fabrikası’nın müzeye dönüşmüş halini inceleyip kendinize yeni iş modeli ilhamları yaratmayı düşündünüz. Orta Çağ’dan kalan en güzel kentlerden biri olan ve Avrupa’nın en yaşanılası başkenti seçilen Dublin’de yaşayacaklarınız, James Joyce’un tüm eserlerine sinmiş o “dubliner” havayı solumanız ve “İrlandalılık”ı iliklerinize dek hissetmeniz için sadece bir başlangıç.
Aylarca çalışıp didinip fazlasıyla hak ettiğiniz farklı ve dönüştürücü tatilleri deneyimlemek için yurt dışı uçak bileti fırsatlarını şimdi inceleyebilir; erken rezervasyon avantajlarını hemen yakalayabilirsiniz.