
Avrupa’da bütçe dostu bir gezi için en uygun konaklama seçenekleri hostel, Couchsurfing ya da en iyisi varsa tanıdıkların yanında kalmak. Biz Paris’teki dört günlük seyahatimizde bir arkadaşımızın evinde kaldık. Sarcelles Saint-Brice’deki evden her gün şehir merkezine tren ve sonrasında metroyla ulaştık.
Karmakarışık olduğu kadar sizi şehrin her yerine götüren metro ağı Paris gezisinin olmazsa olmazı. Gönül ister ki dillere destan bu romantik şehri pembe ya da beyaz klasik bir arabayla gezelim fakat öğrenci bütçesiyle mümkün olan şey metro yolculuğu. İstasyondan aldığımız metro haritasıyla aşkın şehrini gezmeye başlayalım 🙂
Jardin du Luxembourg
H treniyle Sarcelles Saint-Brice’den Gare du Nord’a geçiyoruz. İlk gün Paris’teki ev sahibimiz Hanne de bize eşlik ediyor. Gare du Nord istasyonunda Paul Patisserie’den croissant ve kahvelerimizi alıp Parisli bir amcayla ufak muhabbet ediyoruz. Sonra B metrosuyla birkaç durak gidip Luxembourg durağında iniyoruz.
Jardin du Luxembourg, namı diğer Lüksemburg Bahçesi içinde ufak büfelerin olduğu heykellerle ruhunuzu da besleyen yemyeşil bir bahçe. Paris’in en ihtişamlı saraylarından biri olan Lüksemburg Sarayı da bu devasa parkta bulunuyor. İnsana huzur veren yeşilin hâkim olduğu Lüksemburg Bahçesi şehrin içinde adeta şehirde değilmiş hissi veriyor. At binenlerden grup yogası yapan yaşlı Parislilere, resim çizenlerden, kitap okuyanlara herkese hitap eden bir bahçe. Şansımıza klasik müzik konseri varmış, biraz dinleyip sakinliğin tadını çıkarıyoruz. Hatıra fotoğrafları çektikten sonra yola devam ediyoruz.
Tour de Eiffel
Şimdiki durağımız Eiffel Kulesi. Notre Dame’ın yakınındaki St-Michel Notre-Dame durağından B hattıyla Denfert Rochereau istasyonuna gelip buradan 6 numaralı metroya aktarma yapıp Bir-Hakeim durağında iniyoruz. Mayısın ilk haftası, ilkbaharın tüm güzel çiçekleriyle donattığı sokaklardan yürüyoruz. Bir crêperie’den meşhur Fransız kreplerinden alıp Eiffel’e doğru ilerliyoruz. Pembe, eflatun çiçekler açmış ağaçlarda, bu ikonik metal yığınını daha sevimli hale getirdiği kesin. Eiffel Kulesi’nin altından geçerken ne kadar da büyük olduğunun farkına varıyorum. Yakından çirkin görünüyor dersem kızmayın J Geceleri ve gün batımında uzaktan siluetini seviyorum ama. Güneşli havada çocuklar, gençler, yaşlılar kısacası herkes çimlerde ılık Paris havasının keyfini çıkarıyor. Oradan ayrılırken 1 euroluk Eiffel anahtarlıklarından da alıyoruz.
Avenue des Champs-Élysées
Bir-Hakeim’den önce M6, sonra Trocadéro’dan M9’a aktarma yapıp Franklin D. Roosevelt’te indikten sonra biraz yürüdük. Alternatif olarak da M6 ile Charles de Gaulle Etoile’de inip M1’e aktarmayla direkt Champs-Elysées – Clémenceau istasyonunda inebilirsiniz.
Metronun ne kadar elzem olduğundan bahsetmişken bu anekdotu paylaşmasam olmaz. Meşhur Champs-Élysées Caddesi’ne gitmek için şehrin labirent gibi olan metro ağını çözmeye çalışıyorduk. Şehri keşfetmenin verdiği heyecandan mıdır Paris’in büyüsünden midir bilinmez doğru hattı bulmaya çalışırken seyahat ettiğim arkadaşımın sırt çantasının açık olduğunu fark ettim. Açık kalmıştır diye düşünürken baktık ki cüzdan yok. Meğer çalınmış. Tabii metrolarda Fransızca, İngilizce anonslar dönüyor. “Beware of the pickpockets.” diye. Yankesicilere dikkat edin diyor yani. Ve o an bizim Champs-Élysées macerası polis karakolu arama telaşına dönüşüyor. Adres sorunca ya cevap vermeyen Parisliler ya da İngilizce anlasa dahi Fransızca konuşanlarla karşılaşıyoruz. Hatta Fransız bir madame ben “Bonjour” deyip yanına doğru giderken asabi asabi elini sallayıp başından savıyor beni. Neyse ki arkadaşımın temel Fransızcası var bir şekilde polisi buluyoruz. Bizi evinde misafir eden arkadaşımız da yardımımıza yetişiyor. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra daha da sefil halimizle Champs-Élysées’yi arşınlıyoruz. Caddede malum dünyaca ünlü markaların mağazaları var. Vitrinlere bakıp geçiyoruz.
Montmartre
Bir sonraki durağımız Paris’te mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri olan Montmartre. Montmartre’ye gitmek için Gare du Nord’dan M4’e binip Château Rouge istasyonunda iniyoruz. Şirin evleri, dükkanları, kafeleri ve bazilikasıyla müthiş bir yer. Bir miktar merdiven ve yokuş çıktıktan sonra Sacré-Cœur Bazilikası’nı gezip Paris’e tepeden bakabilirsiniz. İsterseniz füniküler de var. Buradan şehir ayaklarımızın altında. İlkbaharda geldiğimiz için her tarafta pembe çiçekler açmış. Rüya şehir Paris daha da olağanüstü görünüyor. Montmartre’de hediyelik eşya dükkanları, bistro, kafeler ve bir sürü sokak ressamı var. Hepsi sizin portrenizi çizmek için iltifat yağdırıyorlar haberiniz olsun 🙂 Yeterli fotoğraf çektiysek hadi devam edelim!
Musée du Louvre
Sırada Louvre Müzesi var. Montmartre’de Abbesses istasyonundan M12 hattıyla Concorde’a geliyoruz. M1’e aktarma yapıp iki durak sonra Palais-Royal’de (Musée du Louvre) iniyoruz. Ortadaki cam piramidi ve enfes mimari yapısıyla hepsini bir günde gezemediğimiz devasa bir müze Louvre. Müzede kolonlardan duvar resimlerine, heykellerden gravürlere her detay göz şöleni yaşatıyor. Pek çok koleksiyonu gezip Mona Lisa tablosunu da görmeden ayrılmıyoruz. Tırabzanlar, mermerler bile o kadar estetik ve sanatsal ki insanı büyülüyor.
Müze kapanıyor. Oradan ayrılıp akşam yemeğine şık bir restorana gidiyoruz. Fransa’da genel olarak salata, çorba gibi bir başlangıç (entrée), ana yemek (le plat principal) ve tatlı (dessert) şeklinde menüler yaygın. Leziz akşam yemeğinden sonra tekrar Eiffel’e gitmeye karar veriyoruz. Laciverte dönen gökyüzünün altında Eiffel altın sarısı ışığıyla daha da masalsı görünüyor. Asansörlü değil merdivenli bileti alıyoruz, daha uygun çünkü. Akşam Seine Nehri’nin üstünden şehre çökerken nefes nefese Eiffel merdivenlerini tırmanıyoruz. Gün sonunda ışıklarla bezenmiş Paris manzarası bize her şeyi unutturuyor.
Notre Dame Kilisesi – Lafayette – Arc de Triomphe
Son günümüzde Notre Dame Kilisesi ile civarını geziyoruz. Seine Nehri etrafında yürüyüp fotoğraf çekiyoruz. Notre Dame’dan karşıya geçip Chatelet durağından M4’e biniyoruz. Chaussée d’Antin La Fayette istasyonunda inip meşhur alışveriş merkezi Galeries Lafayette’ye gidiyoruz. Lüks markaların bulunduğu Lafayette’de amacımız alışverişten çok dolaşmak ve görkemli mimarisini görmek aslında. Üst katta yemeğimizi yerken pencereden görünen Eiffel Kulesi’ne el sallıyoruz.
Lafayette’den çıkıp son kez Champs-Élysées Caddesi’ne gitmek için M9 hattıyla Franklin D. Roosevelt’te inip cadde boyunca yürüyoruz. Günü tatlı bitirmek adına Paul Patisserie’den makaron alıyoruz (Alternatif olarak meşhur Ladurée’ye de gidebilirsiniz). Häagen-Dazs’ta dondurma yiyip yolumuza devam ediyoruz. Son olarak Arc de Triomphe’a (Zafer Takı) çıkıp şehri bir de buradan izliyoruz. Champs-Élysées’de akan trafik, şehir ışıkları, çiseleyen yağmur, rüzgâr derken, Eiffel’in ışıkları de yanmaya başlıyor. Bir şehrin sokaklarında gezmek de şehre kuşbakışı bakmak da bambaşka deneyimler. Binaların dokusunu, insanları görmeli, metrolarına binip sokaklarından yürümeli, kaldırımlarda oturup bir şeyler de yemeli insan. Sonra şehrin planını, cetvelle çizilmiş gibi duran caddeleri, çatıları, ayaklarının altında devinip duran şehri yukarıdan da görmeli.
Yine metroya atlayıp otobüs terminaline gidiyoruz. Otobüse son dakikada koşa koşa yetişiyoruz. Yağmurla uğurluyor Paris bizi. Bu şehirden yüzümüz gülse de biraz buruk, bol karbonhidrat almış, makaron stokumuzla Almanya’ya dönüyoruz. Paris nasıl da melankolik ve romantiksin!
Bonus: Paris metro haritasının dijital versiyonu için http://metromap.fr/en adresini ziyaret edebilirsiniz.
Şeyma Öztürk
Instagram: https://www.instagram.com/allonsydix/