
Bir kanyonda gizlenmiş bizleri ilk görüşte büyüleyen kayalara oyulmuş bir kent, Petra…
Latince ve Arapça’da taş-kaya anlamına gelen bu görkemli kent o zamanların şartlarıyla muhteşem bir mimari ile karşımıza çıkıyor.
Antik Petra kentinin M.Ö. 1.yy’da Nebatiler, bir diğer adı Enbat Krallığı tarafından kurulduğu biliniyor. Enbatlar buranın yerlisi olmamakla birlikte bölgeye Yemen’den gelen göçebe bir kavimdi. O dönemlerde kısa süreli yağışların sele sebep olduğu sular, yükselerek bu dar ve yüksek kanyonları oluşturmuştur. Zaman içerisinde kayalara oyuntular veren bu suların kontrol altına alınması ve vadinin korunması için M.Ö. 1.yy’ın ilk çeyreğinde Enbatlar tarafından bilinen ilk baraj yapılıyor. Buradaki baraj ve vadideki birbiriyle iç içe geçmiş çömlek boruların oluşturduğu kanallar, dönemin şartları düşünüldüğünde tam bir mühendislik harikası sunuyor. Bu kanallar vadi içerisine yoğun su girişini engellediği gibi aynı zamanda fazla suları da depo ederek şehre temiz su akışını sağlıyordu.
Kent o dönemlerde önemli bir ticaret merkeziydi. Enbatlar ticari zenginlikleriyle ünlüydü. Hatta o günün dünyasının en zengini Enbatlardır diyebiliriz. Vadinin coğrafi konumunu da göz ardı etmezsek buranın ticaret merkezi için en uygun koşula sahip olduğunu düşünebiliriz. Doğudan ve batıdan gelen parfüm, baharat, çeşitli yağlar uzun kervan yolculuklarından sonra kentte toplanarak buradan dünyanın birçok yerine gönderiliyordu. Korunaklı, yiyecekli, haydutlardan saklanılan güvenli bir merkez olması buraya gelmenin en büyük sebeplerinden biriydi. Vadi güvenliği yüksek tutuluyordu. Kervana dışarıdan gelen hiçbir yabancı alınmıyordu. İçeriye girebilmek için o dönemin seyyahları birçok yol denemişler ve pek azı bu konuda başarılı olabilmişlerdi.
1812 yılında İsviçreli araştırmacı Johann Burckhardt tarafından keşfedildi bu gizemli kent. Arapça eğitim ve İslam dersleri alarak Ürdün’e gelmiş olan Johann, kendini Arap olarak tanıtmış ve bu şekilde yoğun güvenlikli ‘Gül Şehri’ne girmeyi başararak buranın keşfinde önemli bir rol oynamıştır.
Gül Şehri… Adına Gül Şehri denilen bu gizemli kent güneş ışınlarının düşme açısına göre farklı renklere bürünüyor. Pembe, sarı, turuncu ve hatta gül kızıllığı gibi. Özellikle akşamüstü saatlerinde vadideki yüksek bir tepeye çıkarsanız bu kentin tüm romantikliğiyle güzel bir günbatımına şahit olursunuz. Aynı zamanda havanın kararmasıyla birlikte de Bedeviler tarafından düzenlenen müzik ve mumlar ile süslemiş devasa El-Hazne’nin güzel gece gösterisine de hayran kalacaksınız. Uçsuz bucaksız bu çöl sahasında başınızı yukarı kaldırdığınızda binlerce yıldızın size eşlik ettiğini görebilirsiniz.
Vadi içerisinde gezintiye başladığınızda oyulmuş kaya bloklarını, tapınakları, amfi tiyatroyu, mezarları, ticaretin önemini gösteren oyulmuş duvarları gördükçe hayranlığınız artıyor. Muhteşem bir mimari, harika bir işçilik, yaşanmışlığın izleri sizi tarihte yolculuğa çıkarıyor. Şüphesiz vadinin en önemli ve en göz alıcı yapılarından biri El-Hazne. Büyük ve yüksek sütunlardan oluşan bir girişle karşılaşıyor sizi. Enbatların yapıları her ne kadar Greg ve Mısır kültürüne ait izler taşısa da aslında kavim bundan bağımsız bir kültüre sahipti. Fakat bu süsleme ve heykellerin kullanmış olmaları onların kendi inanışlarını farklı kültürlerle birleştirerek sunduğu anlamına geliyor. El-Hazne isminden de anlaşıldığı gibi Bedevi kültüründe hazine anlamına geliyor. O dönemin kral mezarı, tapınak, hazinenin saklandığı bir yapı olarak kullanıldığı düşünülüyor. Hemen karşısında bulunan kafede otururken seyre daldığınız bu tapınağın büyüleyiciliğine hayran kalmamak gerçekten de elde değil. Tapınağın bulunduğu merkezden çıkarak yürümeye başladığınızda sizi yine derin bir vadi karşılıyor. Burada da anıt mezar kalıntılarına rastlamak mümkün. Ancak hiçbiri El-Hazne kadar görkemini yansıtmıyor.
Güzel Petra, yıllar boyu ünü hiç bitmeyecek filmlere konu olarak kendini ölümsüzleştirmeyi başardı.
1985 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine eklenen bu antik kent aynı zamanda 2007 yılında da Dünyanın Yedi Harikasından biri olarak seçilmiştir. Tarih içinde gizlenmiş Ortadoğu’nun incisi Petra’ya, Ürdün’ün Akabe şehrinden ulaşılabilir. Umarım bir gün yolunuz düşer de Petra’nın görkemiyle tanışırsınız!
Ürdün – Petra ilgili yazımda bulunan tüm fotoğraflar tüm haklarıyla Gezgin – Fotoğrafçı Cenk Demirgüç’e aittir.
Belgesel dinler gibiydim çok güzel anlatım emeğinize sağlık