“Anlarsa Uzağım Yakınımdır

Anlamazsa Yakınım Uzağım”

Siirt fıstığı dışında muhtemelen size hiçbir çağrışım yapmayacak, hele ki seyahat için asla düşünmeyeceğiniz lokasyonlardan biridir. Oysa ki 255 yıldır Ekinoks zamanlarında benzeri görülmemiş bir ışık olayına şahit olan eski ismiyle Tillo (Süryanice’de Yüksek Ruh anlamına geliyor), yeni adıyla Aydınlar Köyü’ne ev sahipliği yapıyor.  1734 yılında yukarıdaki sözlerinde de belirttiği gibi hayatını İslam’ı anlamaya ve yaşamaya adamış olan İsmail Fakirullah Hazretleri vefat ettiğinde çok sayıdaki öğrencisinden biri olan İbrahim Hakkı Hazretleri kozmografik özelliğe sahip olan ve 2015 yılında Unesco Türkiye Geçici Miras Listesi’ne eklenen türbeyi yaptırmıştır. Türbeyi diğerlerinden farklı kılan ise “Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyeyim” düşüncesiyle hocasının yattığı türbenin 3 km doğusundaki Kale-tül Üstad Tepesi’ne harç kullanmadan sadece taşlardan 6×3 m genişliğinde bir duvar inşa ediyor. Gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart ve 23 Eylül tarihlerinde tam kalenin arkasındaki vadiden yükselen güneş bu duvara çarpıyor. Bu düzenek ile kaleden geçemeyen güneş ışınları sadece 40×50 cm genişliğinde bırakılan boşluktan geçerek türbenin kenarındaki 8 kenarlı ve 10 metre yükseklikteki kuleden kırılarak türbenin penceresinden içeri ulaşıyor ve günün ilk ışıklarıyla mezarın başını aydınlatıyor.

1964 yılında yapılan bir restorasyon sırasında bu ince ayar bozuluyor ve İbrahim Hakkı Hazretleri’nin tam 2 yüzyıl önceki şartlarla yarattığı bu astronomik ve mimari dehayı onlarca sene boyunca yüzlerce bilim insanı düzeltemiyor. Ta ki 2011 yılında farklı üniversitelerden profesörlerin oluşturduğu bir ekip hassas GPS ölçümleriyle ayarı düzeltinceye kadar.

Bu tarihi ana şahitlik etmek isteyen binlerce yerli ve yabancı turist bölgeye ekinoks zamanında akın etmesine rağmen köyde misafirhane dışında kalınacak tesis bulunmuyor. 36 dakika mesafedeki Siirt merkezde 4 yıldızlı oteller daha konforlu olmasına rağmen gün doğumunda ruhunuza huzur veren o enerjiyi hissederek, sabah namazında ezan sesi eşliğinde türbeye yürümek ve bu büyüleyici ana en ön sıradan şahit olabilmek için erken saatte yerinizi almak paha biçilemez.

Tören sonrası kahvaltıda yenilen tırnak pide üzeri odun ateşinde pişirilmiş büryan kebabı bölgenin otlarıyla beslenen kuzulardan yapıldığı için damaklara lezzet şöleni yaşatıyor. Ayrıca Kale-tül Üstad Tepesi’ndeki Tillo Kale Restaurant da muhteşem manzara eşliğinde yenilen yöresel perde pilavı ve bulgurun içinin harç ile doldurularak hazırlanan kitel ise unutulmayacaklar arasında yerini alıyor.7

“Süryani kiliseleriyle Artuklu camilerini aynı zamanda sevdim. Mardin’de çok eski bir mezhep olan Şemsiler gibi güneşe, ya da Ezidiler gibi Tavus-u Azam’a tapanların da olabileceğini, hatta olması gerektiğini orada öğrendim. Arapça ezanın en güzel örnekleriyle, Latince ilahileri eş zamanlarda dinledim. Kürtçe ağıtları ve türküleri yüreğimin uçurumlarında duydum. Uzun bacaklı, dal gövdeli yüzlerinde hüznün, sevdanın ve intikamın esmer gölgesi gezinen delikanlılar, ellerinde bir tüfekle atlara sıçrar, ufkun bittiği yere kadar bir toz bulutu içinde gider, gelirlerdi; çevikliğin zarafetini, tütün sarmanın şiirini onlarda gördüm.”

Bir sonraki durak komşu Mardin’i ise en güzel Murathan Mungan’ın Paranın Cinleri kitabında doğduğu şehir için kendi ağzından anlattığı bölüm anlatıyor kanımca. Şehrin ismi Süryanice kaleler kenti demek olan Marde’den geliyor, Romalılar Maride demişler, Araplar ise Maridin.

5. Yüzyılda yapımına başlanan ve Süryani Kilise’sinin önemli merkezlerinden biri olan Deyrulzafaran (Safran Manastırı) yada halk arasındaki adıyla Mor Manastır Mezopotamya topraklarına hakim Milattan önce Güneş Tapınağı, Romalılarca kale olarak kullanılmış.       3 kattan oluşan kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, taş nakışları ve etrafta yetişen safran bitkisinden yapılan çay, sabun, kremler ile altın sarraflığının örneklerinin sergilendiği dükkan içeri girer girmez sizi etkisi altına alıyor.

Süryani kilisesinden çıkıp 1457 yılında yapımına başlanan Kasımiye Medresesine geçerken kültür mozağinin tadını çıkarıyoruz. İki katlı, kubbeli, tek ve açık avlulu medresenin avlusunda bir çeşme ve büyükçe bir havuz bulunmaktadır. Bölgenin çocukları kendilerini fotoğraf konusunda geliştirip suya yansıyan sanat eserleri ortaya çıkarıyorlar, tabi ki bahşiş  ödemek koşuluyla.

Gün batımında önce kızıla çalan sonrasında üzerinde gemilerin ışıklarını andıran bir denizi andırıyor uçsuz bucaksız Mezopotamya ovası. Bu ambiyansı yerinde yaşayabilmek için Eski Mardin’deki konukevlerinden birinde kalınmalı, bu manzaraya karşı acı bir dibek kahvesi içilmeli ve meşhur badem şekeri ile kiliçe çöreğinden tadılmalı. Boşuna değil bu topraklarda aşkların ölümüne yaşanması, uğurun, bilgeliğin ve doğruluğun temsili Şahmeran’ın ihanet edeceğini bile bile sevdiğini özgür bırakması.

Yine bu konakların çoğunun restaurantlarında tadabileceğiniz Mardin’e özgü içli köfte irok, soğan kebabı, kuzu kolu eti dobo, kapalı pidesi sembusek, bulgurlu pilavı accin, yeşil erikli kuzu eti alluciye, işkembedolması kibbe, kaburga dolması ve lokma tatlısı zingil de mutlaka denenmesi gereken lezzetlerden. Süryani şarabı ve vişne likörü de yemeğinize son dokunuşları katabilir.

3 günün sonunda  ruhunuza iyi gelen mitolojik hikayeler ve midenize bayram yaşatacak birbirinden lezzetli yemeklerle kalbinizden bir parçayı bu büyülü topraklarda bırakarak döneceksiniz …

#Mezopotamya, #Siirt, #Tillo, #Mardin,  #Gastronomi, #Mitoloji

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu girin
Lütfen adınızı girin