Kimimiz kırık bir kalbi tamir etmek için çıkarız yola, kimimiz kalbimizin kırılma riskini göze alarak daha büyük maceralar yaşamak için. Kimi zaman cebimizdeki son parayla atlarız taksitle bilet aldığımız uçağa, kimi zaman beş yıldızlı otelleri bile yeteri kadar lüks bulmayız. Öyle ya, palmiye ağaçları güneşimizi kapatmıştır ya da et tam istediğimiz gibi pişmemiştir. Olağanüstü bir seyahat kimimiz için köpek balıklarıyla yüzmektir, kimimiz için ‘’herşey dahil’’ bir otelde şezlongda, gürültülü müzik eşliğinde içeceğimizi yudumlamak. Ben, Özge olarak, ne kadar macera varsa o kadar heyecanlanırım, tüm sene çok yoğun çalışan yakın bir arkadaşım hiçbirşey düşünmek zorunda kalmayacağı paket turları tercih eder. Kimi zaman istediğimiz tatile çıkıyoruz, kimi zaman istediğimizi sandığımız.

Demem o ki, ne kadar insan varsa o kadar da seyahat seçeneği var. Hatta aynı insan için bile o kadar farklı dönemler, döngüler var ki, istediklerimiz, mecburiyetlerimiz ve özendiğimiz şeyler şaşırtıcı bir hızda o kadar çok değişebiliyor ki, kendimize biz bile şaşırıyoruz. İnsanların tercihlerinin zamanla değişmesi zaten olması gereken. Öyle değil mi?

Peki acaba seçimlerimizi  gerçekten biz mi yapıyoruz? Fikirlerimiz bize mi ait? Gerçekten gitmek istediğimiz yerlerde mi bulunuyoruz, görmek istediğimiz yerleri mi görüyoruz? Yemek yiyeceğimiz lokantayı gerçekten biz mi seçtik? Evet, gezeceğimiz yerlerle ilgili araştırmalar yapmanın faydası paha biçilemez. Bize zaman kazandırır, riskimizi azaltır. Peki ya hiç tanımadığımız bir şehrin sokaklarında, hava kararmaya yüz yutmuş ve karnımız açken, köşe başında gördüğümüz minik aile işletmesinde yediğimiz o baş döndürücü yemek? Hayret biz burayı hiç bir blog yazısında okumamıştık. Yerel bir markette paranın üstü ile uğraşmak istemediğimiz için satın alıverdiğimiz kırmızı yaldızlı minik şekerleme? Kimse bize söylememişti bunu. Çok övülen o kahvecide yer bulamamıştık ama tam pes edeceğimiz anda karşımıza çıkıveren kırmızı panjurlu mekanda içtiğimiz kahvenin tadı hala damağımızda değil mi?

Benim de aynı böyle anılarım var işte. Örneğin New York’a gitmeden önce bir sürü blog okuyarak, nerede ne yapmam gerektiğini, ne yemem gerektiğini bir bir öğrenmiştim. Times Meydanı’ndaki kırmızı merdivenlerde fotoğraf çektirmem gerekiyordu mesela, bunu biliyordum. Bilmediğim ise, bu kırmızı merdivenlerin, caddenin ortasında, iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalığın içinde, dip dibe oturmuş bir sürü insanın arasında bir yere sığışıp fotograf çektirdikten sonra koşarak uzaklaşacağın, hiç bir özelliği olmayan bir yer oluşuydu.

Oturacak yer bile bulamamışım

Uçaktan iner inmez koşa koşa Grand Central’ın içinde de şubesi bulunan Magnolia Bakery’de Red Velvet Cheesecake yemiştim mesela. Anlatıldığı kadar güzel gelmemişti bana ama herkes yazdığına göre bende bir hata olmalıydı. Öyle ya, benim New York’ta yemekten en zevk aldığım şeylerden biri, üzeri krema kaplı kırmızı kek değil, 40 derece havada, sıcaktan bayılmak üzereyken, Brooklyn Köprüsü’nde mango satan uzakdoğulu kadından satın aldığım tatlı ve sulu mangolardı.

Vallahi canım çekti

Ünlü Wall Street’e giderken de elbette aklımda tek bir şey vardı. O meşhur boğanın önünde fotoğraf çektirmek.  Bununla birlikte, sabah erken saatte orada olmamıza rağmen boğanın önünde öyle bir kuyruk var dı ki, görmeniz, (hatta görmemeniz) gerek. Böyle durumlarda olaya biraz daha farklı persfektiflerden bakmaya çalışıyorum. Boğanın önü kapılmış, peki ya arkası? Bingo. Allahtan o kadar alışmışız ki aynı şeyleri yapmaya, aynı şeyleri düşünmeye, boğanın arkasını rahat bırakmışlardı. Rahat rahat çektirdim fotoğrafımı.

Arka planda: Sıradaki insanlar

Olaylar Amerika’nın her yerinde tekrarlandı. Las Vegas’taki  meşhur ‘’Welcome to Las Vegas’’ tabelasının önünde poz vermek için yarım saat beklemek ve sonra sadece turistlerin fotoğraflarını çekmek için görevlendirilmiş adama bahşiş vermek suretiyle, ‘’Pozunuzu verin de sıra bize gelsin’’ diyen yüzlerce insanın bakışları altında fotoğraf çektirmek hiç bana göre değildi açıkçası, pas geçmek zorunda kaldım. Florida Key West’teki ‘’Most Southern Point’’te (Amerika’nın En Güney Noktası) fotoğraf çektirmenin adeta bir zorunluluk olduğunu yazanlara rağmen,  nizami şekilde sıraya girip, fotoğraf sırasını bekleyen insanların gözümü korkutması sebebiyle, hemen yan taraftaki, içimi açan renkli ve yuvarlak fayansın önünde poz vermek kesinlikle bana daha uygundu. Evet, belki o sıraya girseydim, elde edeceğim fotoğraf instagram’da güzel duracaktı. Ama işin aslının öyle olmadığını, o fotoğraf için yarım saat ayakta beklediğimi, belki (hatta kesin) sinirlendiğimi, ve Amerika Key West’teki o çok kıymetli yarım saatimi kendim için deği, başka insanlara ‘’Bakın oraya da gittim, burayı da gezdim’’ demek için harcadığımı bilecektim. Ve benim için o fotoğraf karesi güzel bir anının ölümsüzleştirilmesi değil, kendime, çok kıymetli zamanıma ihanet ettiğim bir anın belgelenmesi olacaktı ki, kendime bunu yapamazdım.

One Human Family: Is it just a dream?

Demem o ki arkadaşlar, kendimize bunu yapmayalım. Durup düşünelim, biz ne yapmak istiyoruz diye? New York’ta bagel yemek için ‘’Ess-a-Bagel’’ın önünde bir saat beklemek mi istiyoruz? Bekleyelim tabi. ‘’Miami’de Ocean Drive’daydım, ben hep buralara giderim zaten, benim olayım bu’’ demek isterken azıcık avama mı kaydınız? Helal olsun. İngilizce’niz tüm kıtayı arabayla dolaşmaya yetmediğiniz için Los Angeles’a turla geldiniz ve sadece rehberin götürdüğü yerleri mi görebildiniz? Canınıza değsin. Ne istersek, neye imkanımız varsa onu yapalım arkadaşlar. Ve bununla gurur duyalım. O fotoğraf için güneşin alnında sıra bekleyen halimiz de, yürüyüp giden halimiz de, instagrama atacağımız fotoğrafı saatlerce düzenleyen halimiz de, arkadaşımızın öylesine çektiği toplu fotoğrafta şişman çıkan halimiz de biziz. Bazen güzel çıkarız, bazen çirkin. Bazen çok marjinalizdir, bazen de sürüye uyarız. Her halimiz kabul edelim ve sevelim derim. Ama ben şunu da diyorum: Lütfen ‘’her halimizi’’ sevdiğimiz kişi kendimiz olalım, insanlar ne derse desin. Bir şehirdeki görülecek yerlere ancak biz karar veririz, tavsiyeleri dinleyip not alalım ama birisinin tatilini aynen, verdikleri pozlara kadar kopyalamak zorunda değiliz. Ne yiyeceğimizi biz biliriz, deneriz, tadarız, keşfederiz. Bazen yanılırız, bazen turnayı gözünden vururuz. Tıpkı hayatta olduğu gibi. Ve günün sonuda, seyahate niçin çıktığımız hatırlarız. Bazen kendimizi kaybetmek için,  bazen de kendimizi bulmak için…

Instagram Hesabım: @travelilacs

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu girin
Lütfen adınızı girin